KadInlarImIzI Şİddete karşI koruyamIyoruz
Henüz Manisa ve Siirt Pervari’deki kız çocuklarının yaşadığı cinsel şiddet olaylarının ağırlığı üstümüzden kalkmamışken; son aylarda, kadına karşı fiziksel şiddet olaylarında bir patlama yaşanmaktadır. Gün geçmemektedir ki gazetelerde hunharca işlenmiş bir kadın cinayeti haberi yer almasın.
Bu cinayetlerde mağdur çoğunlukla, kocanın(erkeğin) şiddetinden kaçan kadın olmaktadır. Cinayet faili de şiddetine boyun eğmediği eski veya halihazır eşi yada birlikte yaşadığı erkek, bazen baba, ağbi, amca veya dayıdır.
Ve ne acıdır ki ceplerinde savcılığa yapmış oldukları şikayet ve korunma talepleri bulunmaktadır.
Kadınlarımızı cinsel ayrımcılığın neden olduğu şiddete karşı koruyamıyoruz.
Ülkemizde kadın; yaşadığı haksızlığa baş kaldırdığı, insan haklarını talep ettiği, yaşadığı cinsel-fiziksel-psikolojik-ekonomik şiddete dur dediği için bedelini canı ile ödemektedir.
CEDAW olarak anılan “Kadınlara Dair Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi”nin tanınması sağlanmışken, Türk Ceza Yasamızda ve Türk Medeni Kanununda yapılan değişikliklerle Yasalarımızda kadının insan hakları yönünde olumlu adımlar atılırken, ailenin korunmasına dair 4320 sayılı kanunun yürürlükte olması gibi olumlu yasal gelişmeler olurken, kadına karşı ölümle ve ağır yaralanmalarla sonuçlanan şiddet neden hızlı bir şekilde artarak devam etmektedir? Erkeğin ve toplumun kadına bakış açısı-kadını erkeğin malı gibi görmesi alınan yasal önlemlerle neden değişmemektedir? Türk kadınının insanın en temel hakkı olan yaşam hakkı neden elinden alınmaktadır?
Bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız.
Geleneklerimizi, kalıplaşmış erkek egemen toplum yapımızı, kız-erkek çocuk yetiştirme biçimlerimizi, eşinden ayrılmış kadına bakış açımızı, bir kadın olarak veya daha aydınlık bir ülkede yaşamak isteyen erkek bireyler olarak kadın sivil toplum kuruluşlarına verdiğimiz desteği ve hatta kadını aşağılayan canını yakan vurgular yapan atasözlerimizi , deyişlerimizi acilen gözden geçirmeli ve özeleştiri yapmalıyız.
Kadına karşı şiddetin dünyanın her yerinde yaşandığını dile getirmek veya yüzlercesini koruduğumuzla övünerek birinin korunamamasını insan olgusu ile açıklamak ve hatta olayların münferit olduğundan bahsetmek kabul edilmez. Bu açıklamalar devletin sorumlu makamlarında görev yapan kişilerin mazereti olamaz. Her toplumsal sorunda olduğu gibi, Kadına Karşı Şiddet olaylarında da devlet olarak ve toplum olarak sorumluluğumuzun bilincinde olmalıyız. Kadınlarımızı şiddete karşı koruyamıyoruz.
Ülkemizde kadına karşı şiddetin önlenmesinde etkin bir çözüm olarak, Belediyeler Kanununun 14.maddesi a bendi ile belediyelere Kadın Sığınma Evi açmak yükümlülüğü getirilmiştir. Buna karşın şu ana dek açılanların ya yetersiz kaldığı ya kapandığı, yada eğitimsiz çalışanların istihdamı nedeni ile doğru hizmet veremediği görülmektedir. Yeterli sayıda Kadın Sığınma Evi ivedi olarak açılmalı ve işlevsellik kazanmalıdır. Yerel yönetimlerin bu kanuni zorunluluklarını yerine getirmesi yolunda düzenleme yapılmalıdır.
Kadın Sığınma Evleri tek başına çözüm olamaz. Şiddetin önünü kesmek adına, sivil toplum kuruluşlarının desteği alınarak eğitim anlamında önlemler hayata geçirilmeli ve toplumun kadın konusundaki algısının değişmesi sağlanmalıdır. Emniyet, jandarma, sağlık personeli, adalet bakanlığı personeli, mülki idare amirlerine kadına karşı şiddet konusunda verilmesi gereken eğitim yaygınlaştırılmalı ve kamu personelinin eğitiminin içselleştirebilmesi hususu sorgulanmalıdır.
Kadınlarımızın çalışması yönündeki görünür ve görünmez engeller ivedi olarak kaldırılmalıdır. Anne olan Kadınlarımızın kreş sorunu gerçek anlamda çözülmeli ve istihdama katkıda bulunmaları teşvik edilmelidir. Evlatlarımızın eğitim gördüğü yuvalarda, ilkokullarda kadın erkek arasında çağdaş görev dağılımının varlığı vurgulanmalı, kadını mutfakta, erkeği işte gösteren eğitim şekline son verilmelidir. Öğretmen- anne- baba eğitim programlarının yaygınlaşması sağlanmalıdır.
Ne yazı ki medyada bir otokontrol sistemi kurulamamıştır. Kadının görsel ve yazılı basında pornografik reyting malzeme olarak kullanılması önlenememekte, kadın cinsel obje olmaktan öteye gidememektedir.
Toplumumuzda televizyon izleme oranları dikkate alındığında, kadına karşı şiddet diziler yolu ile yapılan dramalarda çok yoğun kullanılmaktadır. Bu dramlarda kadın çaresiz edilgen zavallı bir varlık, erkek baskın maddi ve fiziksel güç olarak gösterilmektedir. Bu yolla kadına karşı şiddet olağanmış gibi tanıtılmakta, sıradanlaştırılmaktadır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin zihinlerine edilgen kaderine boyun eğmiş bir kadın algısı medya yolu ile kazınmaktadır. Medyanın kadına karşı şiddeti tetikleyen kadını cinsel obje olmaktan öteye taşımayan yazılı görsel yayınlarından vazgeçmesi sağlanmalı, hak ettiği şekilde üretken yönü vurgulanmalıdır.
Kadının siyasette yer alması yolunda olumlu adımlar atılmalı, genel ve yerel yönetimler bir erkek arenası olmaktan çıkarılmalıdır.Bu konuda elbirliği ile olumlu ayrımcılık yapılmak suretiyle gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve kadın kotası hayata geçirilmelidir. Kadın yönetimde hak ettiği şekilde söz sahibi olmalıdır.
Toplumun yapı taşı ailenin en önemli unsuru olan KadınA karşı şiddet olaylarını nefretle kınıyoruz.
Toplumsal duyarlılığın geliştirilmesinde ivedi adımlar atılması gerektiğinin bilincindeyiz.
Toplumumuzun bağrına saplanmış bir hançer olan kadına karşı şiddet olaylarının; devletin her birimince tek sesli olarak açıkça kınanması, devlet kurumları ve hükümetlerin kararlılığı ve kaynak aktarımı ile çözülebileceği bir gerçektir. Devletin ilgili makamlarının çözüm yolunda attıkları gerçek adımlar, Kadın derneklerinin etkin mücadelesi ve toplumun her kesiminin sistematik eğitimi ile birleştiğinde kadına karşı şiddet olaylarının önlenebilmesinin yolunun açılabileceği inancındayız. 14.02.2011
Türk kadInlar bİrlİğİ
kadIköy şubesİ